9 Aralık 2015 Çarşamba

Denemeler - 3


F.Nietzsche der ki; 
"İnsan da ağaca benzer, ne kadar yükseğe ve ışığa çıkmak isterse, o kadar yaman kök salar yere, aşağılara, karanlıklara, derinliğe, kötülüğe."

Bir tasavvuf erbabı, Nihilist bir düşünür ya da Tibetli bir Guru da olsa her bilgenin ortak noktası işte bu idealler peşinde harcanan insan portresine olan eleştiridir. İnsana dair yapılmış en önemli eleştirilerden biri işte budur . İnsanlık tarihinin hep bu arşa değme arzusundan yok oluşlara meydan vermesinedir yani. İnsanlık; tutkularına arzularına ve hırslarına bağlandıkça ve yükselme tutkusuyla saldırdıkça, derinleşen ifrit nefesini soluyor. İnsanlık; omuzlarının üzerinde yücelttiği medeniyeti dizlerinin üzerinde can verirken izliyor. İnsanlık; kutsadığın ve uğruna can verdiğin idealler zamanın akışında çer çöp oluyor. 



İnternet'te bu fotoğrafa denk gelmiştim. Görsel iletişimin kudreti ön plana çıkıyor. Ego-Eco sorunsalı insanın doğaya olan baş kaldırışı resim üzerinden bunu biraz yorumlayalım.

Evvela bu cümleleri okurken bile, toprağa yürüdüğünü hatırlamalı insan. Hatırlamalı ki yeniden doğabilsin bir kelebeğin kanatlarında. Tomurcuk açıp sevgi olup can bulsun bir aşığın yüreğinde. 

Bir soru sorarak giriş yapalım. İnsan nedir mesela ? 
 Doğayı yani evini, beton hapishaneler yapmak için yok edene denir insan. Sen onlar gibi olma sayın insan. Ağla bir iğdenin dibinde yaprakları ile silsin yaşlarını. Okşasın derin huşuyla doğa ana saçlarını.

Bugün ki sözüm ona modern şehir ve yapıların tamamının estetik  zevkten mahrum  ve tekdüze olması da bu üstünlük duygusunun bir tezahürü olduğu kanısındayım. 
Doğaya meydan okuyan, onu öteleyip, kendi yapay dünyasına hapsolmaya medeniyet demek aptallıktır kanımca. Asırlık düzeni betonarme yapmacıklığa tercih etmek akıl karı bir iş değildir. Zaman göreceli derler ya insan anlamalı ve farkına varmalı. Zaman özüne dönersen akar yatağında.
İnsan ayağa kalkmak için düşmeyi, yükselebilmek için alçalmayı ve derinlerinde ki kendini keşfetmelidir. Ne kadar yükselirse yükselsin derinlerinde saklı olan karanlığı keşfetmeli. İnsan karanlıktan neden korkar sorusu da burada sorulmalı belki de. Benim görüşüme paralel olan bu görüşte ki ayrık nokta aslında karanlığın bireyde olmaması ve yüksek idealler uğruna, habis amaçların içselleştirilmesi olarak da yorumlanabilir.
 

Bütün yorumlar her halükarda aynı noktaya değinir. İnsanlığın ideal ve amaçlar uğruna içinde yarattığı karanlığa düşmesi ve bunun uğruna yaşamını bile feda edebilmesi.  

İnsanlık modern dünyanın süs hayvanı. Sert bir tanımlama oldu, üzgünüm belki de değilim. Tanrıya küfredip, teknolojiye tamah ve biat etmelerine üzülüyorum diyemem. Anlaşılması zor bir tepki değil bu. Yeşilin yeri uçsuz bucaksız ormanlar yerine timsah derisi cüzdanlar olmuşsa, küfür etmem bile bu vahamete anlam kazandırmak olur.  İnsanlığın koka kola içip, popülist film ve programları izleyip reklamlarda gözüne sokulan katkı maddeli ürünleri ağzı sulanarak ve içlenerek izlemesidir medeniyet. Doğayla ahenkle yaşayan insan meyveyi dalından yiyip, canlılarla ortak bir iletişim dili oluşturarak yaşıyorken, şehirlerde çarık çürük meyvelere bile nice paralar ödeyip, yarı aç yarı tok yaşamaya tamah edemem. Şehirlerde evcil diye tabir edilen canlılarla bile iletişim kuramazken, doğaya hükmettiğimiz gibi deli saçması savları kabullenemem. Bir de üstelik modern(!) insan bunlarla da yetinmiyor onca fiziksel ve zihinsel uğraş varken, diğer canlıları sözde ilkel olan ataları gibi öldürüyor ve buna spor diye kılıf uyduruyor. Hadi onları anlarım. Yaşamak için her organizma gibi yemeye ihtiyaç duydular ve ihtiyacı olanı avladılar. Peki siz ne oldunuz da modern diyorsunuz kendinize. 
Her gün borsacı ve bankacıların avladığı insanlar hangi ihtiyacı karşılamak içindi.  Doğa vahşi, kızıl derili diye yaftaladığınız yerli amerikalılar vahşi ama medeniyet dediğiniz lağım çukurları dünyanın merkezi, öyle mi?


Albert Camus'un bir sözü aklıma geldi. 
"İnsanı savunuyorum, çünkü düştüğünü gördüm."
İnsanlık İkarus gibi düştü gökten. En başta dediğim gibi arşa değme tutkusu insanlığı meczup bir yığın haline getirdi.
Peki reçetesi nedir ?
Reçetesi insandır.
 Toprağı koklayın bir, eğer asfalttan kaldıysa geriye tek parça.
Buram buram hayat kokmuyor mu ?
Gökyüzünü seyredin, eğer betonlardan görebilme şansına sahip olursanız.
Hiçbir sınır görebiliyor musunuz ?
Ülkeler, ırklar ve dinlerin ortak ögesi olan doğa ve insandır. Diğer bütün sınırlar zihinlerde çizilir. Sınırları kaldırmak istiyorsanız. Sınırları zihninizde kaldırarak başlayın. Ön yargılar hastalıktır belki de en kötüsü. Bunları aşın. En kudretli insan kendi sınırlarını aşabilen insandır.
 Hayat onu ne denli görürseniz size nimetlerini sunar. Toprağın kokusunda doğaya ve yaprakların hışırtısına kollarınızı açın. Asırlık ninnisinde doğa ananın tekamülün büyüsünü bulun.
Yalnızlıkla Kalın...






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder