7 Ocak 2015 Çarşamba

Mutluluk Şarkısı


Kış mevsiminin yüzünü tüm haşmetiyle gösterdiği bir gündü. Kar yeryüzününün üzerine bir örtü misali serilmişti. Çam ağaçlarının uğultusu dört yanı sarmıştı. Adeta rüzgar ile düet yapıyordu. Şehrin boğucu ve gürültülü havasından uzak ahşap bir kulübede gün yeni başlıyordu. Usulca uyanmıştı yalnızlığından ev sahibi. Vareste, 40'lı yaşların başlarında münzevi bir yaşam süren eski bir müzisyendi. Uzun boylu hafif kır saçlı kumral tenli bir adamdı. Yüzü hafiften kırışıklıklarla ile yaşını gösteriyordu. Günlerdir kesmediği sakalı rahatsız ediyordu artık. Ağır adımlarla banyoya yöneldi. Tüyleri iyice yıpranmış traş fırçasına sabunu sürdü ve iyice köpürttü. Sakalını kestikçe yüzünde yılların yorgunluğu ortaya çıkıyordu. Traş olduktan sonra lavaboyu iyice temizledi. Aynada yüzüne baktı. Gençliğin elinden yavaş yavaş gittiğini hissetti. Yüzünü deniz mavisi havlusu ile kuruladı ve kirlileri topladı. Ev zindan gibiydi. Soğuk hava nefes almayı bile imkansız hale getirmişti. Şömineyi yakmalıydı daha da önemlisi kahvaltı yapmalıydı. Odunun bittiğini farketti. Kömürlüğe gitmek üzere paltosunu ve botunu giyindi. Aheste adımlarla kapıya yöneldi. Kapının üstünde asılı duran asırlık küfeyi sırtladı. Yol boyunca Akif'in "Küfe" şiirini mırıldanarak yürüdü. Karlara bata çıka zor da olsa kömürlüğe ulaştı. Kömürlük harabe bir bekçi evinden bozma yapılmıştı. Burası için haftalarca emek harcamıştı. Kapıyı araladı. Demir kapı bir kale yapısı gibi korkunç bir gürültüyle açıldı. Buraya her geldiğinde buranın kasvetli ve rutubetli havası onu boğuyordu. Apar topar odun toplayıp oradan ayrıldı. Demir kapıyı tüm azametiyle örtüp yine şiir mırıldanarak eve yollandı. Eve varır varmaz şömineyi yaktı. Isındıktan sonra evde yiyecek kalmadığını ve çarşıya inip birkaç parça yiyecek alması gerektiğini hatırladı. Hafif kırlaşmış saçını şimşir tarakla düzeltti. Paltosunu silkeledi ve yeniden yola koyuldu. Çarşı kasabının merkezinde idi. Patika yoldan gitmeyi tercih etti. Boy boy ağaçları izlemeye başladı. Kar bir elbise gibiydi. Bir sincabın ağaç dallarında koşuşturduğunu gördü. Hava soğuktu belki ama bu heyecan yüreğini ısıtmaya yetmişti. Kar çimenleri de süslemişti. Muazzam bir sanat eseri gibiydi sanki gördükleri. 15-20 dakika yürüdükten sonra kasabaya ulaştı. Önce bir manava uğradı. Taze meyvelerin kokusunu içine çekti. Önce elma beğendi. Renkleri kan gibi kırmızı idi. Limon,mandalina ve  nar da aldı. Turunçgil ona akdeniz sahillerini anımsattı. Küçük bir geziye çıktı anılarında. Salata için sebzede aldı. Hepsini tane tane seçti ve özenle filesine yerleştirdi. Kasada dükkan sahibi ona içten bir sesle selam verdi. O da aynı içtenlikle cevap verdi. Çarşı da tüm esnaf onu tanırdı. Manavdan aayrıldıktan sonra her gün duyduğu kokuyu o günde duydu. Çarşı fırında yeni çıkan ekmeğin kokusuyla dolmuştu. Fırına yöneldi yine dükkan sahibine selam verdi. Dükkan sahibi 50 li yaşlarından tıknaz kel bir adamdı lakin A ile sıkı arkadaşlardı. Çarşıda keman ile çaldığı hüzünlü bestelerle tanındı. Ekmek almak için dolabın kapağını açtı. Ekmek kokusu ona annesinin sabahları hazırladığı kahvaltı sofralarını hatırlattı. Bu koku hayatının anlamı gibiydi. Parayı ödeyip selam verdikten sonra diğer eksikleri de tamamlayıp eve yollandı. Eve döndüğünde kömürlüğün yanında bir kedi olduğunu farketti. Hemen yanına yaklaştı. Birkaç tane yavrusu olduğunu gördü. Annenin yavrularını ısıtmaya çalışması ve yavruların sevimliliği gözlerinin dolmasına sebep oldu. Yaşam ile ölüm arasında verdiği mücadele örnek alınacak cinstendi. Anneliğin ne kadar kutsal olduğunu birkez daha anlamıştı. Binbir uğraşla kedileri bir kutuya koydu ve eve getirdi. Anne kedi korkmuştu ama mağrur duruşunu bozmamıştı. Eve döndüğünde şöminenin nar gibi kızardığını gördü. Kedileri yıkamalıydı. Lavaboyu ılık bir suyla doldurdu ve teker teker yıkadı hepsini. Daha sonra biraz süt ve ekmek ile karınlarını doyurdu. Karınları doyunca ve ısınınca uykuya daldı minikler. Kahvaltıyı unutmuştu ama önemsemedi. Pencere kenarında kahvesini yudumlamaya başladı. Yıllardır boşluktaydı ama anne kedinin yavrularına olan sevgisi derinlerinde unuttuğu yada öyle sandığı bir boşluğu anımsamasına sebep oldu. Ansızın ayağa kalktı. Üstünü uzun bir çarşafla örtmüştü piyanosunun. Yıllardır ilgilenmemişti emektar dostuyla. Babası ona hediye olarak almıştı bu piyanoyu. Babası imal ediyordu. Küçük bir atölyesi vardı. Ondan öğrenmişti çalmayı. Annesini hiç tanımamıştı babası ona yokluğunu hissettirmemek için çok çaba sarfetmişti. Her akşam notalarla dolardı yuvası. Babasını kaybedeli çalmamıştı piyano. Halbuki Viyanada burslu okuma fırsatı bile kazanmıştı ama hayallerine kavuşamamıştı. Aradan yıllar geçmişti becerebilirmiydi acaba?
Usulca oturdu babasının taburesine. Onca denedi yapamadı. Yadırgadı eski dostu yılların kocattığı parmaklarını. Daha sonra müzikle dolmaya başladı odası. Onca yorgunluk gitmiş kuş gibi kanatlanmıştı. Anılarına ve hayallerine uçuyordu. Babasının varlığını hissedebiliyordu sanki. Her nota bir yaşam oluvermişti. Dolduruyordu umutla sevinçle dokunduğu her yaşam. Aydınlanmıştı sevgi boğmuştu kasveti korkuyu. İşte o an döküldü dudağından mutluluk şarkısı.
" Yaşamak zordur belki ama güzeldir binbir rengi görebilirsen
Aldığın her nefes sevgi olur dolar yüreğine nefes almaya değer olanı bulabilirsen "

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder